• Anasayfa
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/deliballilar
  • https://twitter.com/deliballilar
    • Deliballılar Köyü
    • www.deliballilar.com
    • Deliballılar Köyü
    • Şenlik Alanı
    • Deliballılar Köyü
    • Şenlik Alanı
    • Deliballılar Köyü
    • Köy Camisi
    • Deliballılar Köyü
    • Köy Camisi
    • Deliballılar Köyü
    • Tarihi Eski Okul
    • Deliballılar Köyü
    • Gençlik Kulübü / Köy Muhtarlığı
    • Deliballılar Köyü
    • Köy Meydanı
    • Deliballılar Köyü
    • www.deliballilar.com
    • Deliballılar Köyü
    • Konserve Binası
    • Deliballılar Köyü
    • www.deliballilar.com
    • Deliballılar Köyü
    • www.deliballilar.com
    • Deliballılar Köyü
    • Kocasu
    • Deliballılar Köyü
    • www.deliballilar.com
    • Deliballılar Köyü
    • www.deliballilar.com
Merhaba Deliballılar Köyü
emintuten@hotmail.com
Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!
07/02/2012

Doğan Cüceloğlu'ndan MUHTESEM BIR YAZI

Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi

geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:

- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?

- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti.

O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.

- Ne oldu, nasıl oldu?

- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde

bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir

insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına

 

olanaklar yaratmaktır."

Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra

konuşmaya devam etti:

- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en

önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına

olanaklar yaratmaktır." Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman

kendi kendime

düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya

yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana

kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye

düşündüm.

Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz

yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya

çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?

- Hayır, neden?

- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini

yaptın mı?" Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da

sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu.

Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum.

Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun

sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.

Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar

vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam

etti:

- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben

ne biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim

İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm;

otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle

konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk

isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.

- Radikal bir karar!

- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam.

Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime

dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk,

çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları

aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim

ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var

ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu

yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek

bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel

şimdi değiştirelim bunu.

- Eşiniz ne dedi?

- Hocam biliyor musun ne oldu?

- Ne oldu?

- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim

bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış!

Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek

ilerleyecek! Öyle şey olmaz."

- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor,

kaygılanıyor!

- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim.

Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç

gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.

- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?

- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının

yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve

dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve

"Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber

aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı

giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları

bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun

oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve

gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık.

Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce

her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım.

Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu

kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya,

ben

seni çok seviyorum.

Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına

vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm,

şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu

söylemeyecekti.

"Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi

söylemediğinin farkında olmayacaktım.

- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu

durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama

önemli bir tehlike!

- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim

ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta

sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha

önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir

çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor.

Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen

onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını

rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın," demişti. O

nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet

gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim!

Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.

- Eşiniz gelmek istemedi!

- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır

sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler

geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın

arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye.

Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini

düşünüyordum.

En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler.

Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz

ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım.

Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. "Çok mu kötü hocam?"

diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. "Artık sınıfta

arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim

öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"

- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?

- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım.

nanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık

şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı,

gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona

da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha

sonra

anlattım.

Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum.

Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin

mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş.

Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün

gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.

"Gel seni yeniden kucaklayayım!" dedim. Kucaklaştık.

"Çocuklar Gülsün diye!" yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı

çocukluğudur. Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler

güler. Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler.

Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!

 



1933 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Bugün Yarın - 04/08/2012
Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi? Katılımcılar burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlar. Öleceğim belli ise benim ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktır. Şu şekilde devam ederim: Peki, ne
Bu hikâye garip ama ders veren gerçek bir hikâyedir. - 09/06/2012
Ne zaman vanilyalı dondurma alsam, arabaya döndüğümde arabam çalışmıyor. Fakat başka çeşit dondurma aldığımda, araba gayet güzel çalışıyor.
Bazen , uzaklaşmak gerekir yakınlaşmak için. - 03/03/2012
Eğer çok konuşmak faydalı olsaydı, Allah iki ağız, bir kulak verirdi.Onun için, çok dinleyip az konuşmak gerek!
Akıl Sadece bize sunulanlar dışında çözüm bulmaktır. - 27/02/2012
Doktor: Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç sey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan, ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz.
Doğrusunu isterseniz yaşam dar ayakkabıyla yürümektir. - 11/02/2012
O bayram bana ayakkabı almaya karar verdiler. Hazır ayakkabı satan mağaza yoktu şehirde.
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam111
Toplam Ziyaret177294
Hava Durumu
Takvim